Peki ya sen kalıyor musun?
- harun gumuser
- 26 Ağu 2021
- 3 dakikada okunur

Neden gidiyorsun, neden gittin, neden burada değilsin, nasıl gidersin…
Bu tür sorularla da karşılaşıyor insan. Bazen sessiz sorular olsada bunlar, duyabiliyoruz. Oysa gittiğimiz yok bi yere, ama gidebilseydik bile kendimizi bırakabiliyor muyuz ki. Ne zalim şu dünya :) İnsan öldüğünde bile kendisiyle gidiyor. Hal böyleyken nasıl olurda kendinden gidebilir insan!
Bu tür soruların sanırım tek bir cevabı var. Hiç kendinde değilsen giden sen değilmisindir zaten. Kendini resmen terketmişsin. Hoş terkedemzsin ya, sadece terkediyormuş gibi yaparsın o kadar. Oradasın işte, bir bütün olarak oradasın. Ne yaparsan yap, bir tanesin ve o imparatorluğun şahı da sensin. Her ne kadar kendini bir köle gibi hissetsen ve sana sözünü geçirdiğini sandırdığın şahlar üretsende kandıramazsın ki kendini. Şah sensin.
Bu sorumluluğu almaktan kaçabilirsin ama hayatında tatmin olarak yaşayabilmen mümkün olur mu sence o zaman. Çünkü var ettiğin şahların herbirinden o kadar çok beklentin var ki, onların varlığıyla var olduğunu sanman mesela, sonra zenginliğinin, açlığının, toplumda ki varlığının, ben bilincinin tamamını yüklemişsin işte bir yerlere, bir şeylere ve kendi kendinin yine en sonunda kölesisin. Ama tek sorun bu kez arada bir çok başkasını var etmiş olman. Mutlu musun peki bundan?
Ağabeyim daha ben çocukken -ki kendi de çok büyük sayılmaz o zamanlar- bana bir kitabın kapağını gösterdi. Koca puntolarla “SEN KİMSİN?” diye soruyordu parmağını bana uzatmış bir resim. Sanırım ağabeyimde bende bu sorunun ekseninde bir hayli dolaştık durduk. Girmediğimiz yer kalmadı ve her birinde de girdiğimiz topluma söylediğimiz söz benzerdi : ”Merhaba arkadaşlar, bi kendimize bakıp çıkacaktık, siz devam edin :) “
Ben tabi ağabeyimden biraz daha cesurdum :) Hani ağabeyimde az cesur değildi, yani bana cesareti o aşılamıştır mesela ama ben sanırım sınırları zorlayabiliyordum. Örneğin ağabeyim hiç birşeyden korkmazdı ama kendisine kötü davrananlara onlar gibi karşılık da vermezdi. Sadece sabrederdi :) Acısıyla başbaşa otururdu, abimi çocukken anlamak imkansızdı gerçekten :) Annemse bu duruma çok sinirlenirdi. Ağabeyimin bu davranışlarına anlam veremez, “Pısırık durma oğlum” diye kızardı, tabi ki üzüntüsünden :) Annemin de canı yanardı çünkü. Bende kızardım ağabeyime içten içe, aynı şekilde üzülürdüm aslında, ama ağabeyim işte, o da bana az çektirmedi :) Ama annem oğluna zarar verilmesini kabul edemezdi ve ağabeyim kendisini savunmayı öğrenmek zorundaydı ama nedense bunu hiç yapmayarak bizi gerçekten çok üzdü :) Annem de ağabeyimin dünyasına karışmadı, kendi halinde dünyayla mücadelesini gözlemledi ve şefkatli ana yüreği olarak bir avutucu olarak kaldı.
Annemin ağabeyimde olmasını istediği bütün herşeyi olmaya çalışırken geçti hayatım. Ağabeyim de bende farklı değil aslında, o da annemin olmasını istediği insan olmakla uğraşıp durdu. Tek farkımız; ağabeyimin karşılık verme esprisini en çok benim üzerimde denemesiydi. Bense bu karşılık verme olayını bütün dünyaya karşı denedim durdum. Hatta işi kendimin doğaya verdiği zarara kadar götürüp vegan beslenme younda da etrafıma çok çektirdim. Ah insan kendine bir düşmeye görsün, off of of.
Varlığınızla dünyaya zarar vermemeye çalışırken yaşamaktan el etek çeker vaziyete kadar düşüyor insan. Örneğin yemek yiyeceksiniz, açsınız ama açlığınızı açgözlülükle karıştırırsanız o yemek zıkkım oluyor. Bir konuşmadasınız mesela, dinliyorsunuz, nefes almaya çekiniyorsunuz karşınızdakinin varlığını olumsuz etkilememek için. Konuşmuyorsunuz, yüreğinizle bir olup konuşamamaktan çekinip. Ama dinliyorsunuz. Bol bol, kalbinizle, yapabildiğiniz en iy şey dinlemek ve var etmek, karşınızdakini var etmek, yapabildiğiniz tek şey bu.
Ama bu sınırlar öylesine zorluyor ki insanı, karşınızdakinin hadsizce büyümesi, gün geliyor ve sizin hayatınızı tehdit eder noktaya ulaşıyor. Kendi elinizle büyüttüğünüz ütopyanız bir canavara dönüşüp şimdi sizden canınızı istiyor. Bıçak kemiğe dayanıyor. Sanırım dönüm noktası tam da burası:
İnsanın ölümüne susuşunu saygısından ve sevgisinden bilinemeyipte, Can’ a kastedilince zaman duruyor. Söz bileylenmiş, ve bu kez artık katilin safında yer almamak için susulmuyor. Susamıyor. Sussa biliyor ki ölecek. O yüzden artık susamıyor. Bir anlamda susan benliğimiz katilken konuşan ve yol gösteren benliğimiz ütopyamıza dönüşüyor.
Bundan sonra gönlünün paşası ilan ettiğin dünyayı tahtindan indiriyor insan. O koltuk boşalıyor. İşte boşluk burdan doğuyor. Öylesine yer kaplayan dünyanın “bensiz” hiç bir anlam ifade etmemesini anlıyor yavaştan yavaştan.
Ve birlik buradan doğuyor yine,eşitlik buradan, düzen sistem akıl, adalet, bilgi, evrim, gelecek inşası, düzen, bu benliksizlik kavramından doğuyor. Acı süreçler ama işte o koca yükü taşı taşı da nereye kadar. Huzur nedir? Ölmeden de ölünmez mi nedir? Dinlemek nedir? Gel Gel ne olursan ol Gel diyen kalan değil de kimdir!
26 ağustos 2021 - mall of istanbul
Comentarios