Damat İbrahim Paşa Sendromu
- harun gumuser
- 11 Tem 2021
- 3 dakikada okunur

11 Temmuz Pazar - İskenderun
Gerçekte böyle bir sendrom var mıdır bilmiyorum 😊
Ama anlatmak istediğim konu için çok uygun bir başlık olabilir,bakalım.
Konu “Damat” olunca tabi konuşmak istediğim mevzu da devletteki kademeleşme.
Devlet bana bir sistemler bütünüymüş gibi görünüyor. Bu sistemler yüzyıllar içerisinde ihtiyaçlarımıza binaen gelişmeye devam ediyor. Devlet dediğimiz sistem de temel olarak içinde bulunduğumuz toplumun düzenini sağlıyor ve hep birikte huzur içinde yaşayabilmemize yardım ediyor.
İhtiyaçlarımız esas alındığında, en temel gereksinimlerimizi; barınma, sağlık, güvenlik, eğitim, yeme-içme, giyim ve geri kalanları da sosyal yaşam başlığı altında toparlayabiliriz.
Bu ihtiyaçlarımızdan okul sonrası dönemimize kadar ailelerimiz sorumludur. Ailelerimiz ise devletimizden her bir çocuk için gelirlerine ek destek alabilmektedirler. Ailelerimizin görevi bizleri vatana, millete ve dünyaya hayırlı bir evlat olarak yetiştirmeye ellerinden geldiğince yardım etmektir sanıyorum.
İş hayatına başlamamızla birlikte artık barınma, sağlık ve diğer temel gereksinimlerimizi kendimiz karşılayabilir hale geliriz. İş hayatımızda da etkinliğimiz ve yetkinliğimiz arttıkça kariyer dediğimiz basamaklara tırmanırız. İlk işe girişimizden sonra göstereceğimiz çabaların ve geliştirdiğimiz yeteneklerin sonucu çalışma arkadaşlarımız saygısını ve sevgisini kazanmaya çalışırız. Çalışma arkadaşlarımızla kuracağımız bu sağlıklı iletişimin bir sonucu olarak birim yetkililerimizin üzerinden daha çok yük alabiliriz. Böylelikle alacağımız sorumluluklar da yavaş yavaş artmaya başlar.
Arkadaşlarımızın ve üstlerimizin saygısını, sevgisini kazanmak için iş hayatı öncesinden antremanlı olmalıyız tabi. Öğrenim hayatımızı iyi değerlendirdiğimizde başarı için gerekli formülleri (takım oyuncusu olma, verilen ödevleri zamanında yapma, gelişmiş temizlik anlayışı, okuma,araştırma ve spor gibi faydalı alışkanlıklar ) yanımızda hazır bulundururuz.
Mesela sınıf başkanlığı olayını ele alalım. Okulda sınıf başkanı olmak aslında bir nevi öğretmenin yardımcısı olmaktır. Sınıf başkanlarınıda seçimle belirleriz. Sınıfta en çok sevilen yada korkulan (😀) kişi başkan olarak seçilir.
Evet işte konuya burada girmek istiyorum. Hiçbirimiz korktuğumuz birisinin başkan olmasını istemeyiz. Bu varoluşsal bir gerçekliktir ama bizler bu gerçekliği yamultmayı başarabildiğimizden işin içinden çıkmak için çok istekli olmamız gerekmektedir.
Örneğin aslanlar fiziken insanlardan güçlü olsalar da insan akıl gücü sayesinde aslanla baş edebilir. Bu yüzden insan evrenin en güçlü varlığı olarak kabul edilir. Ve bu güç tamamen bilinçliliğinden kaynaklanır.
Bu durumda *korku ve *sevgi güç yarışında ise sizce bu yarışı kim kazanır. Bunun için öncelikle bu iki duyguyu biraz irdeleyelim.
Şiddet sözün bittiği yer midir?. Öyle bir yer var mıdır? Eğer varsa bu göreceli midir? Yani şiddet eşiklerimiz neye göre değişkenlikler gösterir? Birisinin kolaylıkla kızdığı bir şeye hepimiz kızarmıyız yoksa “anlayış” dediğimiz kavram geliştikçe şiddet o oranda azalır mı ?
Hayatımızda baş edemediğimiz durumlarla karşı karşıya geliyorsak böylesi şiddetsel aksiyonlarda da kaçınılmaz olabiliyor diyebiliriz.
Örneğin, bir dolmuş şoförüne yavaş gittiği için ve trafik oluşumuna sebebiyet verdiğinden kornamıza ısrarla asılırsak dayak yiyebiliriZ 😀,isteyen deneyebilir. (kanıksanmış çaresizlik)
Bu yüzden dolmuş şoförlerinden genel olarak korkarız(istisnaları bir kenara bırakarak söylüyorum). Bilinç düzeylerinin tümsel kavrayıştan uzak kalması bir bakıma onların sorunu değildir.
Ama polisin bu şebekeye 😀 karşı istikrarlı bir yönetmelik uygulaması şarttır. Çünkü
bu insanların eğitimleriyle daha fazla meşgul olmak gerekmektedir ve şoför ehliyeti de kolay kolay belli bir yetkinlik düzeyinin altındakilere verilmemelidir.(bu arada daha dün tv de izledim,dolmuş şoförlerine emniyet kemerinin önemini anlatıyordu polisler)
Yani; korkuyu yetersiz eğitimle ilişkilendirmemiz doğru bir sonuç gibi görünüyor. Dolmuş şoförü yavaş gidiyor çünkü saatinden önce durağa varmaması gerekiyor, ayrıca ücretler yetersiz olduğu için dolmuşu doldurmak zorunda hissediyor, bir önceki dolmuş tam dolu gittiğinden şoförün içinde ki bu hazımsızlık bir şekilde sonlanmayı bekliyor 😀, en güzel kızı başka dolmuşçu kapıyor, bizimkine hep otostopçu züppeler denk geliyor, üstüne polis cezayı hep bu dolmuşçu kardeşimize yazıyor 😀 Sonra da tabi ki devletle çözülmesi gereken sorunlar “haydar” la daha kolay çözülür oluyor 😀.
Haliyle yetersizliklerimiz, kavrayamayışlarımız korkmamıza ve korkutmamıza sebep diyebiliriz. Yetersizliklerimizle nasıl başedeceğimizi öğrendikten sonra ise artık sorunun değil çözümün bir parçası olmaya başlarız. Bu da bizi artık korkulan değil sevilen bir insan yapmaya başlar.
Korktuğumuz insanların önemli mevkilerde olmalarının tek sebebi seçimlerimizi doğru yapamadığımızı gösterir. Hayatın dengesinin hayvani güç olduğuna inanıyorsak kararlarımızın neden “höd dedik” tiplerden oluştuğunu daha iyi anlarız.
Bu sevgi denilen meletse sanki sırat köprüsünde yetişiyormuş gibi tozdan nem kapmaya meyilli. İçimizde ki sevgiyi yetiştirmek hasılı çok zor iş, bin kere tökezlesek de bir kere “nalet” okuyamayızdır 😀 Haliyle diken tarlasında gül olabilmek için dikeni sevebilmek farzdır.
Bu yüzden cesur durmayı öğrenmek zorundayız. Çünkü “kabadayımızın” önünde dik bir duruş sergilememiz gereken zamanlar olabilir. Bazen sistemler bile engel olamaz bu “yüksek irtifayaya”. Yinede insaniyet namına bu ”varoluşun” önüne geçip "dur kardeş" demeyi göze alabilmeliyiz. İşte biz buna “yetkinlik” yada “eceline susamışlık” diyoruz 😂 İnsanca yaşamak için ölümü göze almamız gerekiyorsa bu riski göze almak zorundayız. Yoksa en fazla bu hır - gürün yancıları oluruz.
işte eğer bizim Damat İbrahim Paşamız da, yetkinlik değerlerini taşıyor ve sevgimizi hak ediyorsa güle güle devletimizin başına geçsin, bizde ardından yürüyelim.
Ama sırf padişahımızın uzaktan akrabası, kızımızında pek saygılı kocası ise ve
daha ilk celsede bana dokunmayan "APO" bin yaşasın diyorsa 😳😁 sistemimizi sorgulamanın zamanı gelmişte geçiyordur.
Ve sonuç olarak;
Bizler "mal" değiliz.
Saygı duymak sevmek ve sevilmek istiyorsak daha azıyla yetinmeyi bir kenara bırakmalıyız.
Konfor alanlaramızdan feragat edebilmeyi göze alabilmeli,
Daha iyisini istiyorsak! Daha iyisi olmayı başarabilmeliyiz.
Sözümüz bitti,
zülfiyare dokunduysak, kusur ettiysek, affola..
Okuduğunuz için Teşekkürler.
コメント