Bizim Oranın Kadınları
Nasıl başlanır, neresinden anlatılır bilmiyorum. Ama anlatabilmek için bu özel konuyu, bizim oranın iki kadını üzerinden anlatayım, anlatmak istediklerimi. Kahramanlarımızdan biri soylu ve zengin bir kadın, diğeri ise yetim. Soylu olan kahramanımızdan bahsederken kendine bir isim de verelim ki anlatması kolay olsun. Adı Zübeyde. Yetim olanınsa adı Nihayet..
Bu iki kadının hikayesi aynı ailede geçtiğinden, önce bu aileyi tanımaya çalışmalı. Zübeydenin dede olarak, Nihayet’in ise baba olarak bildiği adamdan. Yani Reşit’ten.
Reşit daha çocuk yaşlarında annesini kaybetmiş tek çocuk bir oğlan. Babası ikinciye hatta üçüncüye evlense bile, yuvası teyzesi olmuş. Pek çok üvey kardeşin de aynı zamanda en büyük ağabeyi. Ama öyle bir ağabey ki, hepsini kollayan türden.
Reşit bir ayakkabıcının yanına çırak girmiş, Usta’sını da babası bellemiş bir cevher. Öylesine benimsemiş ki işini, (üvey demeyelim artık) kardeşleri de ayakkabıcılık(yemenicilik) yolunu tutmuşlar.
Askerlik zamanı gelmiş Reşit’in, iki sene süren uzun bir askerlik dönüşünde de kendine münasip bir gelin aranmış. Ayşe.
Ayşe de hem annesinden hem babasından yetim bir kız. Dayısının yanında geçmiş hayatı. Dayısı her işe koşturan bir ırgat. O zamanın bakkaliyelerinde müşterilerin hizmetine koşan, yada patronlarının özel işlerine koşturan, çalışmaktan başka bir şey bilmeyen bir adam. Patronları ise çok zengin. Yani öyle zengin ki yörenin bir bölüm arsalarına sahip. Hayvancılık, zeytincilik, üzümcülük vs. ne ararsan.
Patronun da üç çocuğu var, iki oğlan bir kız. Oğlanlar da markette çalışıyorlar ama bütün işin yükü Ayşe’nin dayısı gibi ırgatların omuzunda. Dayının adı Osman bu arada. Osman yerleri siler, malları müşteriye götürür, dükkanı açar, dükkanı kapar, eksilenin yerini tamamlar, yetmez patronların kahyalığını yapar, bağ evlerine, tarlalarına gider, eve gidecekleri götürür, bahçeleri sular, ağaçların dibini çapalar.
Osman..Bizim Osman olur zamanla ve patronun beğenisini kazanır. Öyle ki patron Osman’a arazisinden küçücük bir kısım bile verir. Oranın zeytin hasatından da Osman nasiplensin ister.
İşte Osman’ın da bir göz nuru, kendisine emanet Ayşe’si vardır. Ayşe’nin böylesine gözlemleyebildiği bir dayısı vardır demek belki de daha doğru. Neyse, vakit gelmiştir, Ayşe’yle Reşit, dünya evine girerler.
Reşit artık zıpkın gibi bir ayakkabı ustasıdır. Osman dayının gözünde adamdır. Ekmeğini tutmayı bilen er kişidir. Yeğenine, Ayşe’sine uygun bir kısmettir. Yine de şımartmaktan geri kalmadığı Ayşe’sini daha az varlıklı bir eve gönderme riskini göze alamaz. Patronunun kendisine verdiği küçücük arsayı, Ayşe’sine düğün hediyesi yapar. Osman’ın artık bir kızı bir de oğlu olmuştur da bilmez.
Reşit çok çalışkan bir adamdır, Ayşe ise çok tasarruflu. Reşit kazancını Ayşe’ye getirir, Ayşe de evi çevirir. Altı çocukları olacaktır. Altı erkek. Bolluk bereket eksik olmaz evlerinden. Ta ki Reşit ikinciye askere çağırılana kadar. İkinci dünya harbi zamanlarıdır. Memleket savaşa girmemiş olsada teyakkuz halinde olmak lazım gelir. Reşit’i yine tam iki sene askerde tutacaklardır. Reşit’in endişesi bir değil ikidir oysa. Memleket sınanırken kendi yuvasıda sınanacaktır, bilmezler. Gün gün kazanıp gün gün geçindikleri yuvalarında tam iki yıl, Ayşe ve çocuklar, ne yer ne içerler..
Ayşe sağlam durur Reşit’in ardına. “Merak etme,” der, Reşit’in gönlünü ferahlatır, vatanın mukaddesatını bilmeden bilirler. Reşit vatan’ı düşmandan, Ayşe yuvasını açlıktan, birbirlerini görüp bilmeden, iki yıl savunacaklardır.
O vakitler henüz üç çocuğu vardır Ayşe’nin; İmam, Mehmet ve Haydar. Mehmet pek düşkündür annesine, babasının eksikliğini hissettirmek istemez. Haydar en bilgilisi, İmam’sa çocuk olamadan büyümüştür…
Savaş ve kıtlık öylesine iç içe geçmiş iki kavramdır ki, Ayşe ne olur ne olmaz düşüncesiyle biriktirdiklerini, aş eder, geçirir bu iki seneyi, ele namerde, avuç açmadan, baba bildiği dayısından kalan arsayı satmadan, kılı kırk yarıp, kırkının da hesabını şaşmadan…
Şükür ki savaş memlekete sıçramaz, açlık Ayşe’nin yuvasını uğramaz.
Reşit döner evine, bakar ki, tohum bıraktıkları da ekine dönmekte…
Ayşe Reşit’inin yaşadıklarını birbir bilir, Reşit’se şaşkın, iki cepheden, iki gazi, iki öksüz ve kelimeler artık kifayetsiz…
Reşit iş sahibi gittiği askerden işçi olarak dönmüş, eldeki, avuçtaki bitmiş, yine bir yemenicide çalışmaya başlayıp, hikayesini tekrarlayacağını düşünedursun, Ayşe’si yetişir imdata.. Birikenler dökülür ortaya. Bir zamanlar kazanılanlardan tasarruf edilen kesenin karşısında Reşit küçük dilini yutacak olur. O parayla yine kaldığı yerden devam edecektir üstelik bu kez yanında ikisi çoktan yetişmiş üç de harika yardımcısı hazır ve nazırdır.
Bu yemenilerin yani ayakkabıların üst derisi; debbağnelerden toplanan derilerden, alt tabanı ise; kamyonların eskiyen lastiklerinin satıldığı lastikçilerden gelirmiş. O zamanların memleketinde son zamanların modası altı lastikli pabuçlar için lastik bulmak pek kolay değilmiş hani. Bu yüzden Reşit yanına en büyük oğlunu alır, diyar diyar dolaşırlar, çıkma lastik alışverişi yapmanın yoluna bakarlarmış. Lastikleri aldımı da gelsin ayakkabılar..Hem bir kendi değilmiş ki memleketin ayakkabıcısı. Her gelişinde alınan lastikler başka ayakkabıcılarında ihtiyaçlarını karşılar olmuş. Gide gele lastikler kimden alınır, nasıl alınır, nerede kalınır, memlekete nasıl getirilir öğrenilmiş. Hatta öyle ki artık bu alımlar için Reşit kendi gitmek yerine işi öğrettiği oğlu İmam’ı gönderir olmuş. İmam da artık yanına Mehmet’i alıp işe koyulur olmuşlar. Babasından öğrendiklerini ustalıkla yapıyor, işini geliştiriyor, yaşananları evdekilerle paylaşıyor, heyecanına herkesi ortak ediyormuş. Evlatlarının hallerinden memnun olan Reşit ve Ayşe, peşi sıra yeni gelen Ökkeş, İbrahim ve Doğan’ın da yolunu öncekilere ilemiş, bir curcuna bir devran sürmektelermiş..
Ayşe’nin ve Reşit’in dünyası birmiş. Birbirlerinin her şeyi olabilince, insan başka da bir şey istemiyormuş. Bir evlatlarının mürüvvetlerini görebilsinler. Hatta öyle ki hiç kızları olmamasına üzülen Ayşe, Reşit’in bir kız evladı sevmesini o kadar istemiş ki, bu arzusunu yetim bir kızı, Saadeti, evlat edinerek gidermeye çalışmış. Saadette ailenin kızı olmuş, küçüklere abla, büyüklere kardeş.
Saadet’in tam olarak ailenin saadeti manasına geldiğini söylersek abartmış olmayız sanırım. Çünkü Saadet’in olduğu heryer samimi ve mutlu, Saadet varsa evin neşesi ve kahkahası yerinde. Ama yine de 6 erkekli bir ailede genç bir kızın bekar olarak çok fazla aralarında kalmadığını belirtmek gerek. Saadet taksi şoförü olan Mustafa ile tanıştırılıp baş göz edilip, yuvası kurulmuş, Mustafa enişte de neşesi, kahkahası bol, kendine münhasır samimi bir insan.
Ailenin erkeklerinin ilk izdivacını, tabi sırayla, askerliğini yapmış, işinide bellemiş ve kardeşlerine de benimsetmiş olan İmam gerçekleştirmiş. İmam’ı Ambaroğulları’nın kızlarından Habibe ile evlendirmişler. Ambaroğlu dediniz mi, büyük bir adamdan bahsediyoruzdur. Hani Osman Dayı’nın varlıklısı türevinden. Habibe de İmam gibi pek uzun boylu değil, ama cevval bir kadın.
Ayşe ne kadar muhlis ise gelini o kadar atılgan. Oğluna da pek uygun. İlerici bir gelin Habibe, varlıklı bir aileden, bilmiş, görmüş biri. İmam da öyle. Büyük şehirleri yol etmiş, görmüş, olmuş. Habibe keserse keser İmam’ın gözünü dışarıdan, yoksa bu evlat durmaz, durdurulamaz. Anneler her şeyi bilir dedikleri bu her halde. Yoksa Habibe, kayınvalidesi Ayşe’nin mizacına biraz ters. Nihayetinde zengin kızı. Zengini mutlu etmek zordur bilir ama oğlunu da başka türlü dizginlemek mümkün değil.
Sonra sırada Mehmet var. Nasıl yakışıklı, uzun boylu, poslu bir adam ki, Mehmet’e kız beğendirmek İmam’a beğendirmekten daha da zor. Ayşe bu kez de Ambaroğullarının bir başka akraba kızına göz koymuş. Hatice…Nasıl güzel bir kız Hatice ve ne kadar zor bir karar Ayşe ve Reşit için.
Habibe bir bakıma doğu kültürüne yatkın gelişmiş, oysa Hatice öyle mi. Hatice’nin konuştuğu dil de, baktığı dünya da bambaşka..
Mehmet’in gönlü olsunda, varsın aynı dili konuşmasınlar gelinleriyle.
Ama Haydar’ın evliliği hiç öyle sansasyon olmak zorunda kalmamış Allah’tan. Ne zor şeymiş evlat evlendirmek. Annesinin akıllı Haydar’ı hiç yormamış evlilik konusunda annesini. Üstelik Ayşe’nin öz teyzesinin küçümen kızı, Gülsüm’le, mutlu mesut, kendi gönlünce baş göz edilmişler. En azından oğullarından birini kafasına göre evlendirmeyi başarmış Ayşe.
Ökkeş’ini, güzeller güzeli oğlunu da, güzeller güzeli bir kızla, Nevin’le evlendirmiş. Oğlunun gözlerinden mutluluğu anlayabilecek kadar da usta Ayşe.
İbrahim’i ve Doğan’ı içinse öyle kolay karar vermemiş. Uzun uzadıya eşrafı araştırmış, soruşturmuş. Reşit’in derileri aldığı bir debbağnenin sahibiyle konuşmalarında Hamit diye bir adamdan bahsediliyormuş. Memleketin köklü,eski ailelerinden bir adam. Hem debbağnenin derilerinin önemli bir kısmını da bu Zat’ı muhterem karşılıyormuş. Sadece o da değil daha bir sürü şey. Kendileri nasıl 6 erkek evlat sahibilerse, bu Hamit adında ki Ağa Bey’in de 5 kızı varmış. Bu beş kızdan en küçüklerinden güzeller güzeli Emine, pamuk ziraisiyle uğraşan Hanifi ile evliliklerinden en büyük kızları Melek’ten haberdar olunmuş.
Ayşe ile Reşit ibrahim için Melek’i düşünmüşler. İşin zor kısmı bu kez Reşit’e düşmüş, Melek’in babası Hanifi ile tanışıp, niyetlerini dile getirmiş. Hanifi, kızına çok düşkün olan bi adam, bir an karar verememiş, hayırlısı ise olur demiş ama önce kızının onayını alması gerektiğini de eklemiş.. Münasip bir vakit te oğlanla kızın birbirini görmesi için Hanifilere ilk ziyaret gerçekleştirilmiş.
Ayşe ve Reşit’in birbirlerinden başka kimsesi olmayan bu iki kişinin, soylu bir kıza talip olurken bir bilinmeze yürüdüklerini söylersek yanılmış olmayız sanırım. Şimdiye kadar az çok tanıdıkları çevrelerin kızlarına talip olmuşlarsada, her oğullarını evlendirişlerinde çıtayı biraz daha uzağa taşımışlar. Aslında her oğullarının evliliğinde kendilerini de biraz daha aşmışlar.. Hedefi hep biraz daha uzağa fırlatmaya gayret etmişler. İnsanın kendine olan güveninin de dereceleri olurmuş demek.
Arkaya dönüp baktıklarında bir ayakkabıcı dükkanından lastik tüccarlığına, lastik kaplama sanayisinden, sıfır otomobil alım-satımına büyük bir ilerlemeyi gerçekleştirmiş başarılı bir adam Reşit ve başarılı bir kadın Ayşe.
Her bir evladıyla yeni bir atılım yapmayı başarmış ve gerçekleştirdikleri her bir izdivaçla toplumu bu sevda ve güven minvalinde toplayabilmiş önemli bir sevda.
Birbirlerine güvenen iki yüreğin koca bir dünya edebildiği eşsiz bir serüven.
İbrahim, ailenin ilk üniversite tahsilli evladı, hatta bu konuda annesinin de babasının da hasretliğin böylesini çektikleri ilk deneyim. Öyle ki bu evlatlarının o sıralarda ki üniversite ev arkadaşlarından biri de şimdi ki “Mado” kardeşlerden biri.
Hem hafız hem de üniversite tahsilini(Ankara Üniversitesi İşletme Bölümü) gerçekleştirmiş, askerliğini de böylelikle yedek subay olarak Mardin de yapmış, gözbebeği evlatlardan biri.
Kendine güvenen bir ailenin nitelikli bir evladı talip olunca Melek kıza ciddeye alınmış böyle bir talep. Uzun uzadıya düşünen bu kez Hanifi (Paşa) Bey ve Hamit Ağa Bey’ler karar vermiş, münasip görülmüş, evlilik gerçekleştirilmiş.
Hızını alamayan Ayşe ve Reşit son oğulları içinse memleketin sınırlarını tam anlamıyla zorlamışlar. Doğan’ın, yani en küçük ve en sevgili oğullarının gönlü de peri kadar güzel bir kıza takılmış. Böylesini hiç yaşamamış olan Reşit ve Ayşe, oğullarının gönlü için uzak diyarlardan Sibel’e talip olmuşlar. Sibel’i almaksa hiç kolay olmamış, yinede bu işi de oldurmayı başarmışlar ve 6 oğullarının da mürüvettini görmüşler.
Saadet evlenip gidince, ev de yine bir kız çocuğu hasreti baş göstermiş. Ayşe kolları yine bir sıvamış, ve bu kez, daha küçücük bir kız olan Nihayet’e kalbinin de evlerinin de kapılarını açmış.
Nihayet o evde yarım düzine yengesiyle, yarım düzine amcasıyla, kudretli Ağa babaları Reşit ve yedi düvelin saydığı Ayşe Hatun’un himayesinde yaşam bulmuş. Okula da gitmiş, ama evin curcunası öylesine ağır basmış ki, gidebileceği her okuldan daha fazlasına sahip olduğundan liseye devam etmemiş.
Evin banko insanı olarak heryerde ve her zaman ve herkes için var olabilmiş, hatta bir zaman sonra kayıp ailesini de bulup onlarada gereken cömertliği göstermiş.
İşte anlatmak istediğim iki ana karakterden biri Nihayet. Ailenin son kızı. Bir de Zübeyde var. İmam’la Habibe’nin ve ailenin ilk kız çocuğu. Aile’nin İki gerçeği..
Zübeyde ve Nihayet .. Bu onların hikayesi..
Zübeyde’nin gözlerini açtığı dünya da herkes ve her şey muhtemelen önemini biraz yitirmiş olabilir. Çünkü ailenin beklenen ilk kız çocuğu doğmuş ve Reşit, gözlerinde ki ışıltıyla, neslinin devamının müjdeleyicisine öyle bakmış olmalı ki, muhtemelen herkes biraz kıskanmıştır.
Böylesine neşe dağıtan bir şey daha evvel görülmemiş.. Aile de henüz daha genç olan bir sürü gelinin yanında apayrı bir parlayışla herkesin ışığını biraz köreltmesine ne denir bilinmez ama Zübeyde’nin bu konuyla ilgilenmediği aşikar. O beklenen kız çocuğu olarak doğmuş ve hakettiği sevgiyi Reşit dedesinden ve Ayşe babanesinden ziyadesiyle alan bir çocuk olarak büyümüş.
Okula gitsede evden aldığı sevgi, kitaplardan alacağı sevgiye hep galip gelmiş. Sevilmek doğal bir hak olunca herkesin biraz şımarmaya hakkı olabilir.
Yine de çocukluğun da, genç kızlığın da bir sonu var ve o en beklenen an, yani evlenme çağı gelip çatmış. Şimdiye kadar kız isteyip oğlan evlendirmekte usta olan Reşit ve Ayşe’nin ilk kez kız evlendirme, masanın öteki tarafında olma ânları büyük bir saadetle hazırlanılmış.
Başarılı ve genç bir doktor talip olmuş Zübeyde’ye.Bayram Bey.. Tahsilini İstanbul’da tamamlamış olan doktorumuz, eğitimine ve çalışmaya yurt dışında, Almanya’da devam edecekmiş ama gitmeden bu eşsiz, pırlanta kızı da yanında götürmeye pek niyetliymiş.
Habibe Hanım ;Kızlarının kendilerinin bile hayallerinin ötesine yolculuk edebilme şansı yakalamasından gururluymuş. İmam Ağabeyse bu durumdan biraz hoşnutsuz biraz kaderci. Habibe’ye ses çıkarmak kolay değilmiş tabi. Reşit ve Ayşe, hayatın ikinci yarısında karşılarında ilk beklenmedik durumla karşılaşmışlar böylece. Habibe’yi kızlarının Almanya sevdasından vazgeçirememişler.
İmam, yanlarında durabilsin diye talip olunan Habibe, şimdi gözbebeği biricik kızlarını yuvadan uçuran kişi de oluvermiş. Hayat verdiklerini almaya başlamış. Her kazancın bir bedeli mutlaka varmış.
Zübeyde’nin evliliğine kimse sesini çıkaramamış ve ilk kız evlatlarını da böylelikle Alamanya’lara gurbete göndermişler. Sabrın bir de böylesi. Asıl sınav daha bitmemiş oysa. Zübeyde’nin hiç çocuğu olmaması bir üzüntü olurken doktor eşinin doğum doktoru olması ise takdiri ilahi imiş elbet. Gurbetten de dönüp memlekete yerleşen ailenin biriciği doktor eşiyle birlikte bir çok yeni doğanın manevi annesi ve babası olmuşlar böylelikle. Reşit ve Ayşe de başka türden bir mutluluğun daha var olduğunu şahit olmuşlar. Evlat demek ille de kanından olacak demek değilmiş..Hem sonra bu doktor damat yani adıyla sanıyla Bayram Bey, herkesin pek çok hastalığında öylesine koşturup yardımda bulunmuş ki, sınandıklarını düşündükleri anda aslında kazanmaktalarmış. Demek ki güven de bulaşıcı bir iyilikmiş.
Ailenin Zübeyde’den sonra pek çok kızı olmuş, Süreyya, Derya, Ayşe, Zehra, Mine, Müge ve Mislina. Ve tabi bir de Nihayet var. Tabi ki ailenin her bir kızının kendine özel bir hikayesi var, fakat Nihayet’in ki başka türden. Hem Zübeyde ile ortak bir yönleri var hikayelerinin, onu da sırası gelince konuşuruz.
Nihayet, fotoğraflarda en fazla 8-9 yaşlarında. Aileye geldiğinde bu yaşlarda belki, belki biraz daha evveli. Çok çocuklu bir evin anneden yetimi Nihayet. Reşit gibi erken yaşta kaybediyor annesini. Babasının ise bakamayacak kadar çocukla bir başına kalmasına Ayşe destek oluyor. Hem ailede erkek çocuk bolluğuna rağmen kız çocuk öylesine az ve sayılı ki.
Yine de bir babanın evladından, Nihayet’inden ayrılması mümkün değil. Ne enteresan ki hiç de böylesine bir ayrılık yaşanmıyor. Ayşe böylesine de düşünceli olabilmeyi nasılsa başarabiliyor. Yine de ilk zamanlar çok zor olmalı. Çünkü ilk zamanlarda Nihayet’in annesinin kaybını yaşaması ve bu travmayı üzerinden atabilmesi içinde babasından özellikle ricacı olunmuş. Bir süre, en azından Nihayet yeni hayatına alışıncaya kadar görüşülmemeli. Nihayet’in bir annesi gitmiş ama yerine bir sürü anne(yenge) gelmiş, ve bir sürü de amca. Bir de Reşit var. Yaşlanmakta olan bir adam. Herkesin “Hacı Baba” demeye başladığı zamanlar. Reşit de artık “Hacı Baba” olmuş Nihayet için. Çünkü nihayetin öyle yada böyle bir babası var. Annesi yok bir tek. Yengelerinden aldığı sevgiyle de bu zor zamanları aşmaya çalışmış.
Nihayet’in annesi Ayşe(Babanne) olmuş yine de.. Yada Nihayet’in annesi yerine koyduğu kişi Ayşe(Babanne) olur desek daha doğru. Çünkü hiç ayrılmaz herkesin ve kendinin de babanne dediği Ayşe’nin yanından. Ayşe nereye gittiyse Nihayet’te gider. Gezmeye gidilir, Nihayette vardır, Ilıcalara gidilir, Nihayet oradadır. Yani bir süre sonra her çocuk kendi ailesiyle kendi hayatına çekildiğinde, Ayşe, Reşit ve Nihayet her zaman baş başadırlar.
Nihayet o evin kızıdır besbelli. Sabahları uyumayı sever akşamları ise geç yatar, Ayşe ve Reşit’se tam tersi. Ayşe Nihayet’ide hayata hazırlamak için hep en önde olmaya gayret eder. Yemekleri beraber pişirirler, bulaşıkları beraber yıkarlar, misafire beraber koşarlar.. Yani gelinler tabi vardırlar ve canla başla herkesin yardımına koşmaktadırlar ama Nihayet başkadır. O Ayşe’nin Reşit’e hediyesidir. Sonunda Reşit’ine bir kız evlat vermeyi başarmıştır.
Örneğin Reşit’in hiçbir evladına kızdığı yani özellikle kız gelinlerine kızdığı vaki değildir ama Nihayet farklıdır. Sanki her sorunun sorumlusu Nihayet’tir. Reşit’in artık yaşlılık yıllarında Nihayet’e kızdığı kadar kimse yoktur her hal. Bununla birlikte Ayşe hiç kızmaz Nihayet’e. Her şey Nihayet’ten istenir ve beklenir olur. Reşit’in belki de bir şekilde sevgisini gösterme şeklidir bu. Kimseden istemek istemediğini Nihayet’ten ister. Herkes bir tarafa Nihayet bir tarafadır. Ayşe sonunda Reşit’e bir kız evlat vermeyi gerçekten başarmıştır.
Bununla birlikte hiç bir zaman da reklamı yapılmaz Nihayet’in. Yani ailenin öylesine sevimli, değerleri vardır ki, Nihayet onlardan biri pek olmaz. İnsanın kendi malını başkalarının malının yanında kara çalması gibi, herkesin yanında itilebilen bir nazarlıktır da Nihayet, Ayşe ve Reşit bu samimi duyguyu, bir kız çocuğuna sahip olabilme duygusunu birbirlerine duydukları güvenle, hayatlarının sonuna kadar yaşarlar. Ama bunun anlamını muhtemelen sadece Reşit ve Ayşe bilir. Tabi bir Nihayet.
İşte hikayenin sonuna geldik. Nihayet’de Reşit yani “Hacı baba” öldükten sonra Ayşe’nin ve ailenin fertlerinin münasip gördüğü bir damat adayıyla, yakışıklılar yakışıklısı Fatih’le evlendirilir. Öylesine sevimli bir adamdır ki işte, Fatih kısacık bir sürede ailede ki herkesin gönlüne girmeyi başarır. Sevimli mi sevimli de bir kız yavruları olur. Nihayet anne eksikliği hissini, kızında giderebileceği için mutludur.
Fakat ve maalesef Nihayet’in de Zübeyde’ninde kaderleri bir noktada kesişir. Zübeyde erken sayılabilecek bir yaşta eşini toprağa verir ve aynı şekilde çok daha kısa bir süreliğine gelmiştir Fatih de. Gelmişler, yavruları getirmişler ve gitmişlerdir.
Zübeyde’nin öylesine büyük bir aile çemberi oluşmuştur ki, yeniden bir yuva kurmayı düşünmez. Bayram’ının emanet ettiklerine bakmak ve hâla ailenin biricik gözbebeği olmak içini ısıtmaya devam eder.
Nihayet’se en özlemini duyduğu kişiliğe, anneliğe kavuşmuştur ama, yavrusu anne kadar babaya da ihtiyaç duyacaktır. Hem daha çok gençtir, güzeldir de.. Mirzayla kesişir yolları. Dağlarda komando olarak görev almış, yaralanmış ama pes etmemiş, direnmiş bir asker. Ayşe ve Reşit’in için için sevdiği Nihayet’ine iki de erkek evlat vererek, bir olurlar, birlikte olurlar. Yaşamaya da yaşatmaya da devam ederler…Hikaye de şimdilik biter..
Bu hayatı güzelleştiren Ayşe ve Reşit gibi niceleri iyi ki gelmişler, ve inşallah hiçbir zaman ellerini de üzerlerimizden çekmezler..
コメント